Konya'da reklam panolarına "Hıristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin" ayetinin asılmasını, aralarında HDP'li milletvekillerin de olduğu bazı kesimler hazmedemedi.

Milli Gençlik Vakfı (MGV) ve Anadolu Gençlik Derneği (AGD), Maide suresinin 51'inci ayet-i kerimesi olan “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, O’da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez.” ayetini kentteki bazı reklam noktalarına yerleştirdi.

Başta HDP'li milletvekilleri olmak üzere bazı solcu kesimler, Allah-u Teala'nın ayet-i kerimesini hazmedemeyerek Kur'an ve İslam düşmanlıklarını bir kez daha göz önüne serdiler.

HDP milletvekili Garo Paylan, "Hristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin" ayeti kerimesine "afiş" deme densizliğinde bulundu, kendi çirkefliğine Mevlana'yı da dayanak olarak göstermeye çalıştı.

Paylan, "Konya’nın her yanına 'Hristiyanları ve Yahudileri dost edinmeyin' diye afiş asmışlar. Mevlana’nın kemiklerini sızlatmışlar." lafına yer verdi.

Paylan gibi, ekonomist ve yazar Mustafa Sönmez'in de aynı densizlikte bulunduğu görüldü.

Şarkıcı Ferhat Tunç da ayete kerimeye "afiş" nitelemesinde bulunarak "Nazi Almanya’sında Yahudiler, aynen bu tür afişlerle hedef gösterilmişti! Konya’da bilboardlarda asılı bu afişlerle amaçladıkları tek şey var, nefret yayarak insanları hedef göstermek!" ifadelerini kullandı ve Kur'an-ı Kerim'in ayetini saptırdı.

TV programcısı Metin Uca da "Mevlana’nın kardeşlik kentinde, islamo faşist höykürme. Siyasal İslam'ın Konya’da yarattığı uzun yıllara yayılan gerileme." diyerek Kur'an-ı Kerim hakkında büyük bir hadsizliğe imza attı.

Kur'an-ı Kerim'in icaz ve ayet-i kerimelerin sebeb-i nüzulundan habersizler

Kur'an-ı Kerim'in icaz ve ayet-i kerimelerin sebeb-i nüzulundan habersiz bu güruh, her fırsatta islami değerlere saldırarak içlerindeki kini ortaya çıkarıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarında çıkan Kur'an Yolu Tefsirinde, Maide 51'inci ayet-i kerimesi hakkında şu dikkat çekici ifadeler yer alıyor:

"İki şeyin –aralarına yabancının giremeyeceği kadar– birbirine yakınlığını ifade eden velâ (veya vely) kökünden türemiş olan velî (çoğulu evliyâ) terimi “dost, arkadaş, yardımcı, destekçi ve yakın” anlamlarında kullanılmaktadır. Aynı kökten olup “sevgi, dostluk, yetki ve yardım” anlamlarına gelen velâyet (veya vilâyet) terimi ise, başkaları adına onların rızâları alınmaksızın hukukî işlemde bulunma yetkisini ifade eder. Bu yetkiyi taşıyan kimseye de velî denir (bk. Hamza Aktan, “Velâyet”, İFAV Ans., IV, 453). Velî terimi Kur’an’da tekil ve çoğul (evliyâ) olarak seksen yedi âyette yer almıştır. Bunlardan kırk altısında Allah’ın insanlara dostluğu, üçünde insanların Allah’a dostlukları, on âyette insanlarla şeytan arasındaki dostluk, diğerlerinde ise iyi veya kötüler arasındaki dostluk için kullanılmıştır. Mevlâ ve velî terimleri de Kur’an’da aynı anlamda geçmekte olup velî, hem Allah hem de kul için kullanılırken, mevlâ ancak Allah için kullanılmıştır.

Bu âyetlerin çoğunda insanların gerçek dostunun Allah olduğu, O’nun insanlara, müminlere ve peygambere yardımcı olacak, onları koruyacak, bağışlayacak, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak ve irşad edecek olan gerçek dost olduğu belirtilerek insanların O’na inanmaları, dayanıp güvenmeleri gerektiği; ayrıca kâfirlerin, zalimlerin Yahudi ve Hıristiyanların ancak birbirlerinin ve şeytanın dostları olabilecekleri bildirilerek dinî ve ahlâkî inanç ve anlayışların sosyal ilişkiler üzerindeki etkileri vurgulanmış, dostlukların tesisinde kan bağı yerine inanç birliğinin esas alınması gerektiği bildirilmiştir (Tevbe 9/23).

Kur’ân-ı Kerîm’e göre dostun, sevdiği kişi için bir yardımcı olması, onu koruyup kollaması, maddî ve mânevî sıkıntılardan kurtarması, yüceltmesi, iyiliğe yöneltmesi, bu suretle dostluğun sevgiye dayanması ve pratik ahlâkî sonuçlar doğurması gerektiğine işaret edilmiştir. Nitekim en büyük dost olan Allah, bu dostluğunun birer belirtisi olarak insanlar için koruyucu, yardımcı, bağışlayıcı, merhametli, aydınlatıcıdır; “Allah’ın ahlâkıyla bezenme”yi emreden hadis uyarınca Müslümanlar arasındaki dostlukların da bu olumlu meyveleri vermesi gerekir. Müminlerin kardeş olduklarını (Hucurât 49/10; Âl-i İmrân 3/103) bildiren âyetler de geniş kapsamlı dostluğun önemini anlatmaktadır (bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “Dostluk”, İFAV Ans., I, 419).

İslâm’dan önce Medine’de Araplar’la birlikte Kaynukaoğulları, Nadîroğulları ve Kurayzaoğulları adında üç Yahudi kabilesi mevcut olup Araplar’la aralarında dostluk antlaşması vardı. Araplar İslâm’dan sonra da bu dostluğu devam ettirmek istediler; fakat Yahudilerle münafıklar görünüşte dost gibi davransalar da her fırsatta Müslümanların aleyhine çaba harcıyorlar, özellikle Hazreti Peygamber’in askerî planları hakkında Müslüman dostlarından edindikleri bilgileri müşriklere ulaştırıyorlardı. 41. âyetten itibaren buraya kadar Medine Yahudilerinin Müslümanlara karşı olan tutum ve davranışları, münafıklarla olan dostluk ilişkileri ve bunları Müslümanların aleyhine kullanmaları, kendi kutsal kitapları olan Tevrat’a karşı samimiyetsizlikleri, Müslümanları İslâm’dan döndürerek Hazreti Peygamber’i başarısızlığa uğratmaya gayret göstermeleri gibi olaylar anlatılarak veya bunlara işaret edilerek Yahudi ve Hıristiyanlarla kurulacak dostluğun faydadan çok zarar getireceği Müslümanlara açıklandıktan sonra bu âyette müminlerin bu gibi Yahudi ve Hıristiyanlardan samimi dostlar edinmemeleri emredilmiştir.

Müslümanların Medine’ye göç ettikleri dönemde burada Hıristiyanların bulunmaması veya yok denecek kadar az olması sebebiyle Müslümanlar Yahudilerden gördükleri sıkıntıların benzerini onlardan görmemişlerdir. Hatta Kur’ân-ı Kerîm, Hıristiyanların Müslümanlara karşı Yahudilerden daha iyi davrandıklarını bildirmektedir (Mâide 5/82). Ancak Kur’an’a ve Hazreti Peygamber’e iman etmedikleri için Hıristiyanların da Müslümanların kendileriyle kuracakları dostluğu kötüye kullanmaları ihtimal dahilindedir. Nitekim Bakara sûresinin 120. âyetinde Hazreti Peygamber’e hitaben, “Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır” buyurulmuştur. “Onlar birbirlerinin velileridir” meâlindeki kısmı müfessirler şöyle yorumlamışlardır: Bu iki toplumun her biri gerçek dostluğu yalnızca kendi mensupları için yani Yahudiler Yahudiler için, Hıristiyanlar da Hıristiyanlar için kabul ederler. Bu sebeple onlardan Müslümanlara gerçek bir dostlukla yaklaşmaları beklenemez (Taberî, VI, 276-277; Elmalılı, III, 1712).

Âyetin ifadesine göre Yahudileri veya Hıristiyanları dost edinenler onlardan sayılır, yani onlara benzer, onların huyunu kapar, gerçeğe değil onlar gibi hevâ ve heveslerine uyarlar, böylece zalimlerden olurlar; Allah zalimleri hidayete erdirmeyeceği için kurtuluşa ve mutluluğa eremezler. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre gayrimüslimlerle samimi dostluk kuran kimse küfre rızâ göstermedikçe dinden çıkmış olmaz (İbn Âşûr, VI, 230), ancak kimi dost edineceği konusunda hataya düşmüş olur. Kur’ân-ı Kerîm, burada olduğu gibi birçok âyette müminleri uyararak kendilerinin dışındakilerin ister dinsiz olsun, isterse Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi Ehl-i kitap olsun, Müslümanların hayatî önem taşıyan sırlarını öğrenecek, muhtaç olduklarında kendilerini koruyacak derecede dostları olamayacağını ifade buyurmuştur (Âl-i İmrân 3/28, 118; Nisâ 4/144). Ancak mümin olmayanları dost edinme yasağı, onlarla iyi geçinmemek anlamına gelmez. Toplum ve devletin emniyet ve selâmeti bakımından devlet sırlarını onlara verecek derecede kendileriyle samimi olmak veya devletin sırlarını yahut menfaatlerini alâkadar eden önemli görevleri onlara teslim etmek yanlış olmakla birlikte onlarla beşerî münasebetlerin iyi yürütülmesinde bir sakınca yoktur. Kur’an müslümanlara karşı düşmanca tavır almayan gayrimüslimlerle beşerî münasebetlerin iyi yürütülmesini, gerektiğinde onlara iyilik edilmesini, haklarında adaletli davranılmasını tavsiye etmekte, böyle yapanları yüce Allah’ın sevdiğini bildirmektedir (Mümtehine 60/8). Müslümanların menfaatine olduğu müddetçe onlarla uluslararası dostluk antlaşmaları imzalamakta da bir sakınca yoktur. Nitekim Hazreti Peygamber Medine’deki Yahudilerle vatandaşlık antlaşması yaptığı gibi müşrik kabilelerle de ittifak antlaşması yapmıştır. Samimi dost edinilmeleri yasaklananlar ancak İslâm’a ve Müslümanlara karşı düşmanca tavır alanlar, onlarla savaşmak ve onları yurtlarından çıkarmak için birbirlerine destek verenlerdir. Yüce Allah bu tür gayrimüslimlerle dostluk bağları kuranları zalimler olarak nitelemiştir (Mümtehine 60/9; gayri müslimlerle ilişkiler, velî ve velâyet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/257; Âl-i İmrân 3/28, 118; Nisâ 4/138-140, 144)." (Fırat Arslan- İLKHA)